|
|
|
YIL 1937
Yıl 1937 ‘nin ilkbaharıydı…
Şehrin en dik yokuşunun yamacında eski yıkık dökük ayakta zor durdurduğu izlenimi veren bir ev vardı. İki oda ve hayat denilen küçük bir avludan oluşan bu evde iki kız beş erkek kardeş ana-babadan oluşan yoksul bir aile yaşıyordu. o gün her günkü çileli günlerden biriydi kapı çalındı evin en küçüğü 15 yaşındaki makbule gidip kapıyı açtı. Gelen komşu kadın miyase teyzeydi:
- Anan evde mi kızım.diyerek merdivenlere yöneldi.10 tane kısa dar, güneş görmemekten nemlenmiş yer yer yosunlardan yeşermiş merdivenleri çıkarak üst kattaki odaya önde komşu kadın arkada makbule girdiler.Evin annesi Behice:Hoş geldin komşu !diyerek yerde yan yana açılı duran minderlere komşusunu buyur etti.birer metre uzunluğunda olan yerdeki minderlerin içi çaput doldurulduğundan sertti,minderlerin yüzü o kadar eskimiş ve solmuştu ki yer yer yırtılmıştı,makbule hemen eğilerek kadının sırtı ile duvar arasına yastık dayayıp hemen çekildi.Kız odadan çıkınca miyase konuşmaya başladı:Behice ne oldu kızı razı ettin mi diye sordu. komşum çok iyi oğlan zengin evi de malı namuslu alımlı satımlı iyi bir adam, bu kapı kaçmaz..dedi biraz başka konulardan yiyecek bulamamaktan konuşup müsaade isteyerek kalktı.Eşikte ayakkabısını giyerken :he derseniz yarın beraber geleceğiz diyerek behice’nin yüzüne ne düşündüğünü anlamak istercesine baktı.Behice kadın sadece ‘’tamam’’ dedi.Behice alt kattaki odada iplik eğiren 17 yaşındaki büyük kızı sabiha’ya seslendi.Sabiha 1.72 boylarında iri kemikli biraz topluca buğday benizli çakır gözlü sevimli bir kızdı,gür siyah iri dalgalı saçlarını iki örgü olarak örmüş belinden aşağı bırakmıştı.Sabiha komşunun niçin geldiğini biliyordu ,sıkıntılı bir eda ile annesinin yanına geldi.Annesi komşu miyase teyzenin dediklerini söyler söylemez ağzından keskin bir hayır kelimesi çıktı.Annesinin canı bu cevaba sıkılmıştı.Miyase nin bu ikinci gelişiydi behice nin durumunun çok kötü olduğunu biliyor yardımı dokunsun istiyordu..Sabiha o kadar kesin bi şekilde ‘’olmaz’’demişti ki annesi o’nun ne kadar kararlı bir kız olduğunu bildiğinden sustu,ısrarın bi işe yaramayacağını biliyordu.Oğlan evine haber salın ‘’gelmesinler’’ben dula varmam dedi Sabiha.Bu duruma kızkardeşi makbule’de en az annesi kadar ‘’hayır’’ cevabına üzülmüştü.Halbuki makbule’ye göre çok yoksul oldukları için fazla seçme şansları yoktu.Ablası bu evliliği kabul etse belki kendilerinie yardımları dokunabilirdi.Aslında o kadar yoksullardı ki günde 1 öğün yiyecek ancak bulabiliyorlardı,evin babası Rüstem halim-selim kimsesiz bir adamdı.Eskiden susam alım satımı yapardı fakat bu sıralar kilim işliyordu kaybettiği büyük oğlunun acısı o’nu bambaşka mecralara atmıştı.
Savaş yıllarında büyük oğlu Selim Gazze’ye gitmişti. Orada birkaç yıl kalmış kendisi ile birlikte gidenler ölmüş ama o sağ salim dönebilmişti. Selim’in anlattığına göre Gazze’de İngilizler yüksek ve uzun tellerden duvar örmüşlerdi. Askerler ‘’Allah Allah’’diye tellere doğru hücuma kalktıklarında giden yapışıp kalmıştı . Meğer gâvur tellere elektrik vermişler ana! çok arkadaşımız öldü bilemedik diyerek anılarını anlatırdı. Antep harbi sırasında Gazze’den sağlam dönen Selim bir köşker dükkanının önünde durmuş ayağındaki yırtılan yemenisinin tekini çıkararak dikmesi için köşkere uzatmış bekliyordu. O sırada uzaktan bir top gürlemesi duyuldu ve ayakta bekleyen genç kanlar içinde yere yığıldı.Uzaktan fırlayan şarapnel parçası genç adamın ciğerine saplanmış onu cansız yere devirmişti.Bir ayağında yemenisi öteki ayağı çıplak upuzun uzanıvermişti yere.
İşte Rüstem’in büyük oğlu böyle ölmüştü. İkinci oğlu Hasan rençberlik yapardı. Ne iş olursa oraya giderdi. Henüz 16–17 yaşlarındayken o kadar çalışır ve yorulurdu ki eve geldiğinde anası Behice kadına: Ana ayaklarım çok ağrıyor azıcık ayaklarımı asın’’derdi. Ayak bileklerini gevşek iki düğüm yapıp kalın bir halatı tavandaki demir halkaya geçirir ayaklarını yukarı kaldırırlardı.Hasan ancak öyle yatabilirdi.O yıllarda evlerde soba yoktu ancak her evde tandır olurdu onunla ısınırlardı.Sabiha’nın baba evinde tandıra konulacak kömür bile alınamadığından buz gibi çaput minderlerde yatarak üstlerine yüzünün eskiliğinden incelmiş ısıtmayan yorganı çekerek uyumaya çabalarlardı,arada bir bir kürek kömür alıp tandırda ısınırlarsa mutlu olurlardı.Çuvalla kömür almak onlara çok uzak bir işti.Hasan genç yaşta bu kadar açlığa ve acıya dayanamadığından olsa gerek bir sabah uykusundan uyanamadı,genç bedeni bu çileli hayata daha fazla direnememiş uykuda ruhunu teslim etmişti.Sabiha Antep harbi sırasında 1 yaşında olduğundan büyük ağabeyini hatırlamıyordu.Ama Hasan ağabeyini hatırlıyordu.Kardeşlerine aşırı düşkündü. .İki evladını böyle acı bir şekilde yitiren Rüstem yoksul olmaya yoksuldu fakat bu derece sefalete düşmesine sebep de içki içmeye başlamasıydı.İçki nedir bilmezken o kederli günlerinde günlük her akşam kafayı çeken hatta kendi içkisini imal eden evinde küp küp içki bulunduran zengin akrabası Hamit,Rüstem’in yanına sık uğrar olmuştu.’’Benim yanıma gel konuşuruz dertleşiriz,böyle düşüne düşüne olmaz, kafayı dağıtırız demişti.İçine kapanık konuşkan olmayan Rüstem bu tatlı dilli akrabasına hergün gitmeye başladığında Hamit konuşur Rüstem dinlerdi.Hamit:’’ yahu Rüstem hele biraz da sen iç diye ısrar edince yok ben namaz kılıyorum olmaz’’cevabını alırdı.yahu n’olacak sanki bir dikiş yüksüğü içkiden bir şey olmaz(!)namazına da zarar vermez’’ diye ısrar ederdi.Önceleri karşı koyan Rüstem’e ısrar ede ede bir dikiş yüksüğü içirmeyi başarmıştı.Hergün içilen bir dikiş yüksüğü içki zamanla bardaklara dönüştü,alkolün pençesine düşen Rüstem zamanla fazla olmayan varlığını da kaybetmiş çalışamaz olmuştu. Zaten güçlükle geçinen aile de böylece sefalete yuvarlanmıştı.İşte bu sefalet ortamında Sabiha’nın istenilme olayı gerçekleşmişti.Kız isteme hadisesinin üzerinden bir müddet geçmişti.Makbule,ablası Sabiha’ya :Abla,eğer sen kesin varmayacaksan anama söyle ben gideyim çünkü artık bu açlığa dayanamayacağım bıktım usandım hiç değilse karnım doyar’’ dedi.Sabiha şaşırmış çakır gözleri fal taşı gibi açılmış kızkardeşine bakıyordu Makbule ablasının tersine uzun boylu fakat kalem gibi narin vücütlüydu iri mavi gözleri vardı kirpikleri siyah uzun uzundu,saçları açık kahve rengi uçlara doğru iyice sararmıştı düz sarı uzun saçlarını tek örgü yapar belinden aşağı sarkıtırdı çok güzel bir kızdı.
O yıllarda şark çıbanı denilen bir illet yüzünden çoğu kişinin yüzünde iz vardı ve yörede duru ,beyaz tenli insanlara pek rastlanmazdı oysa Makbule aşırı beyaz teni ile dikkati çekecek kadar güzeldi.Sabiha bu 15 yaşındaki kardeşine sevgiyle karışık acıma hissi ile baktı baktı ve peki söylerim anama gelsinler ben giderim sen daha küçüksün hem benden çok güzelsin daha iyi bir kapıya gitmelisin dedi.Makbule hemen koşup ocaklıkta yemek pişiren anasına haberi verdi.Behice kadın yemek yapmayı bıraktı çarşafını örtünüp komşu Miyase’ye gitti:Oğlan evine haber ver gelsinler kızı verecem dedi.Oğlan evi pek bir hazırmış ki ertesi gün geldiler konuşuldu zaten çeyizi filan yoktu ki Sabiha’nın.İki ay içinde nikahın olması kararlaştırıldı yine günlük hayatları devam ediyordu.Kaynana bir nişan halkası takmıştı.Sabiha evleneceği adamı görmemişti böyle bir şey o zamanlar düşünülemezdi bile.Yine her sabah olduğu gibi kalkmışlar ortalığı toplamış iplik eğirmeye başlamışlardı.Bir saat kadar yün eğirdikten sonra Makbule başım ağrıyor dedi.Son günlerde kızın üstünde bir halsizlik vardı.anası Behice :gitte içeri uzan yat,ayakta gezme halin yok dedi.Makbule sessiz her zamanki gibi itaatkar adeta süzülerek içeri gitti.Aradan bir iki saat geçti Behice işine dalmıştı aklına kızı düştü.Yoklamak istedi içeri odaya girdi girmesi ile bir feryat yükseldi.Sabiha anasının çığlığına koşmuştu Behice kadın kızının üstüne kapanmış sarsıla sarsıla ağlıyor Sabiha’yı duymuyordu.Sabiha hızla sırtından tutarak anasını kenara çekti.Makbule, mahalle kadınlarının duru beyaz teni sebebi ile cam güzeli adını verdikleri o güzel kız sırtüstü yatıyordu.Saçları dağılmış beyaz yüzü iyice beyazlaşmıştı,dudakları sımsıkı kapalı sanki kilitli gibiydi.Sabiha eğildi eliyle kardeşinin boynunu yüzünü yokladı onu kaybettiğini anladı , ağlıyordu ama bir yandan da annesine destek olmaya çalışıyordu.Sabiha kızkardeşini kaybettikten sonraki günlerde sürekli ağladı .Kelimenin tam anlamıyla perişan olmuştu.Kızkardeşi onun kanadı gibiydi şimdi tek kanadı kırılmış dert ortağı can yoldaşı gitmişti yan yana konuşarak uykuya daldıkları çaput minder daha soğuktu sevimsizdi.Kendini bildi bileli birlikte oynadığı evin hayadını birlikte süpürüp yıkadığı biricik bacısı. artık yoktu.Sabiha kuyudan su çeker Makbule hayadı yıkardı.Sıcak yaz günleri yarı gölge olan hayattan yıkanınca mis gibi bir taş kokusu yükselirdi.Hayadın güney tarafında anaç kocaman bir leylak ağacı vardı,dalları şemsiye gibi hayadın yarısını kaplamıştı öyle güzel gölge yapardı ki taşlar kuruyunca hemen geniş bir kilim sererler bakır leğene koydukları salça bulgur ve diğer malzemeleri karıştırıp köfte yoğururlardı.Genellikle köfteyi Sabiha yoğururdu Behice kızlarının bu uyumundan pek memnun olurdu ve doyasıya onları seyrederdi.Evlatlarını kaybeden bu çilekeş kadın sessiz kaderine razı birisiydi.Geride kalan çocukları için dua ediyordu.O da hiç gün görmemiş bir kadındı.Babası harbe gitmiş gelmemiş dul anası ile nenesinin evine sığınmışlardı 11 yaşında iken nenesi gelin etmek istemiş henüz aded görmediği için bırakılmıştı.ilk adedini gördüğü günlerde 12 yaşına henüz basmıştı evinin önünde mahalle arkadaşlarıyla ‘’hakeke’’denen sek sek oyunu oynuyordu.Nenesi kapıdan seslenir apar topar o gün gelin edilir.Kileci Hüseyingil denilen aileye kızın haberi olmadan söz verilmiştir.Behice kadının Rüstem’e gelin gidiş hikayesi böyledir.Bütün bu olayları bir çırpıda zihninden geçiren Sabiha artık yalnızdı.Yanı başında canı kardeşi yoktu.Uyumak için gözlerini yumdu kardeşinin ölümünü takip eden birkaç ay içinde Sabiha hep uykulu gezdi.O eski güçlü kuvvetli kız gitmiş sürekli uyumak isteyen bir kız gelmişti.Anası uyandırmak istedikçe:’’Gövdem tutmuyor ana beni bırak diyor yine uyumaya devam ediyordu.Behice kızını kaygı ile izliyordu ama elinden bir şey gelmiyordu.Geride dört oğlu vardı.Ziya ve Ahmet marangoz yanında çıraktı.Abdülkadir ve Arif kilimci yanındaydı.En büyük oğlu Selim Gazze’ye gittiğinde nasıl da yanmış tutuşmuştu yüreği çünkü oraya gidenler bir daha dönmüyordu oğlunun arkasından sürekli dualar etmişti.Ağlamaktan korkup bağrına taş basmıştı Allah’ın gücüne gider diye ağlamaktan korkardı.Oğlu bir gün çıkıp geldiğinde sevinmiş deli divane olmuştu fakat oğlu arada ölmemiş burada şarapnel parçası ile ölmüştü. Taktir böyleymiş orada değil burada nasipmiş diye geçirdi içinden.Kendini toparlamak istercesine başını iki yana silkindi Sabihasına seslendi
Makbule’nin ölümünün üzerinden 3 ay geçmişti Sabiha’yı isteyen oğlan evi ara sıra oturmaya geliyordu kayınvalide Zeynep hanım Sabiha’yı o zamanın ağır terzisi Fikriye Hanım’a götürdü.İçlik sabahlık manto elbise gibi ihtiyaçlar için Zeynep Hanım en güzel kumaşları kadifeleri hazırlamıştı.Oğlu Ali bu kumaşları İstanbul’dan getiriyordu damat adayı Ali asıl mesleği köşkerlik olmakla birlikte askerden geldikten sonra manifaturacılık yapmaya başlamıştı.Bu arada provalar oldu kıyafetler dikilip tamamlandı sıra nikaha gelmişti zaten Sabiha’nın kendi eliyle işlediği Antep işi birkaç parça nakışından başka hiçbir şeyi yoktu.Fakat evleneceği adamın evi malıydı kurulu diziliydi Sabiha her şeyi tastamam bir eve gelin gidiyordu.Damat adayı her şeyin devlet nizamına uygun olmasına önem veren geleneklerden hoşlanmayan bir adamdı.Hoca nikahı istememişti.Resmi nikahın yapılacağı gün Sabiha açık ceviz yeşili
bir manto giymiş başına da yörede başkarası denilen siyah bir örtü sarmıştı.Ana kız,görümce kaynana faytona binip nikah dairesinin yolunu tuttular.Nikahtan sonra koca evine gidecekti düğün yapılmayacaktı.Sabiha’nın gelin gideceği ev geniş bir çıkmaz sokak içindeydi.Çıkmaz sokaktaki sağdan ilk evdi.Tam karşı komşusu dünya tatlısı iyi bir kadın olan Emiş bacının eviydi.Üst tarafta ise üç kapı yani üç komşu evi yan yanaydı.Sabiha’nın evinin kapısı kemerli genişçeydi bu kapıdan ara kapı denilen koridorumsu giriş ile hayata geçilirdi.Arakapının sol tarafında tuvalet sağ tarafında ise geniş bir ocaklık vardı.Ocaklığın iki penceresi ara kapıya bakardı.Ocaklık mutfak olarak kullanılan yerdi.Ocaklığın hemen girişinde şömine benzeri bir ocak vardı ki burada yemek pişirilir ekmek yapma günü geldiğinde ocak odun doldurularak yakılır üstüne ekmek sacı kurulurdu içeride sol en dip tarafta bir kuyu vardı.Evin su ihtiyacı buradan karşılanırdı.Sağ taraftaki pencerelerde şirin çiçekli basma perdeler asılmıştı hayat denilen bahçesi kare şeklinde genişçeydi.İki oda alt kattaydı on iki merdivenle çıkılan üst katta da iki oda vardı ayrıca ara kapının solunda yukarı otuz merdivenle çıkılınca bir hayli geniş tam ocaklığın üstüne denk gelen mekan yazlık diye nitelenirdi.Yaz günü yıkanıp kilim serilerek akşam yemeklerinin yenildiği yatakların serilip yatılabildiği havadar bir yerdi.Evin bahçesinden üst kata merdivenle çıkılınca geniş bir eşikte ayakkabılar çıkarılıp odaya girilirdi.Bu büyük odanın üç tarafı camlı camsız olmak üzere dolaplarla kaplıydı.Eşik başındaki iki kanatlı dolaba ‘’mahmil’’denilirdi.Bu büyük odanın iki penceresi hayada bakardı pencereler cami penceresi şeklindeydi tahta panjurları da vardı.Bu odanın içinden bir kapıyla ikinci bir odaya geçilirdi bu ikinci odaya hanza denirdi.Hanzanın kuş taası denilen minik bir penceresi vardı.Hanzaya Sabiha için boy aynası denilen iki metre yüksekliğinde yüz kırk santim genişliğinde oymalı ceviz ağacından yapılmış büyük bir taş ayna konulmuştu.Hanzada altı ahşap merdivenle çıkılan yarım oda genişliğinde ahşap bir sundurma vardı buraya yöre halkı musandara derdi.
Ali nin . babası kendisi doğmadan vefat etmişti annesi Zeynep,Mehmet,Ökkeş,Ali adındaki üç oğlu Firdevs ile Muhterem ismindeki iki kızıyla hayat mücadelesinin ortasında kalmıştı.Ali en küçükleriydi babaanneleri ile birlikte oturuyorlardı.Babaanne çevresinde saygı gören bir nevi şifacı diye nitelenebilecek bir kadındı.Ocak oldukları söylenirdi,hastalanan uzak yakın mahalleli hatta köylerden ismi Aveyş olan bu kadına Aveyş aba diye koşarak gelirlerdi.Uzun boylu geniş omuzları olan heybetli bir kadındı,sert yüz hatları vardı ve hiç gülmezdi gelen hastalara çeşitli bitkilerden karışımlar hazırlar merhemler dizerdi.Gerekli gördüğü hallerde hastalardan kan alırdı.Halkın avsunlama dediği şekilde çeşitli dualar okurdu Ali yi beş yaşına geldiğinde bir köşkerin yanına çırak olarak verdiler bir yıl kadar gitti.Bir gün çiriş tabağını devirdiği için çok kızan ustası bir eline yemeni diktikleri biz denilen aleti öyle bir saplamıştı ki öbür taraftan çıkmıştı bu olay üzerine babaannesi ustayla kavga etmişti Ali’yi orada alıp başka bir ustanın yanına verdiler.Fakat bu olay Ali’yi çok etkileyecekti ileriki yıllarda çocukları hakkında verecekleri kararlarda etkili olacaktı.1914 yılının sonbaharında seferberlik ilan edildiğinde ,evin en büyük oğlu Ökkeş’in askere gitmesi gerekiyordu.Fakat o kaçtı.Ökkeş kaçınca Ali de en küçük olduğundan, ortanca kardeş Mehmet i askere aldılar.Mehmet’in Doğu Cephesine gittiğini duydular ve bir daha haber alamadılar.Ali köşker yanında çalışıyordu ve .ustası çok iyi bir insandı.Antep Harbi çıktığı sırada savaşın şiddetlendiği sıralarda kıtlık çekiliyordu.Çok yaşlı olan ustası Nizip in köyünde olan evine Ali annesi ve onun kardeşlerini götürmüştü orada hiç değilse güvende olacaklardı.Hem az da olsa yiyecek bulabileceklerdi.Ali askerlik zamanı gelene kadar ustasının yanında çalıştı.Askerliği önce Sivas ta yapmış daha sonra,İstanbul Selimiye Kışlasında tamamlamıştı.Askerliğini İstanbul da yaptığı sırada birkaç defa çevreyi gezmişti.Askerliği bittiğinde de İstanbul u iyice gezip incelemişti ve bu şehri hiç sevememişti.Özellikle evlerin ahşaptan oluşunu beğenmemişti.Askerlikteki tek mutlu hatırası Mustafa Kemal i Selimiye kışlasında ki teftiş sırasında görmesiydi bu olayı mutlulukla anlatırdı.Atatürk e çok büyük bir sevgisi ve muhabbeti vardı.Askerlik dönüşü Antep e geldiğinde mahallelerinde saygınlığı olan bir hoca efendinin teklifiyle ortak manifaturacı dükkanı açtılar.Bu hocaefendi den eski yazı dersleri almış Matematik öğrenmişti.Harf inkılabı yapıldığı zaman yeni harfleride çabucak öğrenmiş Akşam Lisesi diploması almıştı.İşleri iyi gidiyordu .İstanbul’a belirli zamanlarda gidip çeşitli kumaş ve malzemeleri getirmek Ali nin göreviydi.Bir müddet böyle çalıştıktan sonra mahallesine yakın bir yerde küçük bir ev satıldığını duydu.Eve baktı ve çok beğendi şirin küçük derli toplu bir evdi burası.
Ali kanaatkar ve tutumlu bir gençti.Sürekli kitap almasından başka bir masrafı yoktu. Bu yüzden evi almaya yetecek kadar parayı biriktirmişti.Hemen evi aldı.Evi almasına müteakiben annesine tavsiye edilen bir kızla evlilik yaptı.Ali çok mutluydu.Hele evinin malı olması ona dünyaları vermişti sanki…
İlk hanımının adı Sabiha idi.Bu kadın çok iyi niyetli ,itaatkar fakat hastalık derecesinde
Titiz bir kadındı.Sabiha kocasına kelimenin tam anlamıyla aşıktı.Ali yi çok seviyordu.Fakat sürekli temizlik yapması,temizliğe dalınca zaman mevhumunu unutarak, Ali yi işten geldiğinde ıslak elbiselerle ve karışık saçlarla karşılaması Ali yi çok üzüyordu.Defalarca uyarmasına rağmen hiçbirşey değişmemişti.Karısının aldığı elbiselere kıyamadığını düşünerek
-‘’Bak bu elbiseleri giy eskit,hangisini çok seviyorsan söyle ben sana gene alırım.Yeter ki giy,bana isli isli kokma aldığım esansları sür.Bana bu yaptığın günah!’’ derdi.
Bu arada bir kızları olmuştu Ali çok sevdiği ablasının adını kızına vermişti:Firdevs…
Firdevs 9 aylık olduğu sırada , Ali bir iş için evinin yakınındaki ilkokulun müdürüyle görüşmeye gitmişti.Müdür selam faslından sonra söze girerek ;
-Bizim Sabiha ile evlenen sen miydin ? dedi
Ali şaşırarak Sabiha yı nereden tanıdığını sordu.Müdür :
-Çok iyi,gariban bir kızdır; bizim okulda temizlik işleri yapıyordu ,hademeydi.Evlendiğini duydum çok sevindim.
Ali kıpkırmızı kesilmişti,başında aşağı kaynar sular döküldüğünü hissetti.Hanımının hademe oluşundan utanç duymuş, bunun kendisinden saklanılmasına ayrıca hiddetlenmişti.O hışımla eve gelerek karısına ;
-Seni boşadım istemiyorum ,git! Dedi
Kadının tüm yalvarmalarına rağmen onu kapı dışarı etti.Sabiha çaresiz annesinin evine dönmüştü.Genç kadın bir anda kapıya konulmasına anlam verememişti.Birkaç defa gelip kapıyı çalmış bebeğini görmek için yalvarmıştı.En son geldiğinde kapının önünde feryat edip ağlamış ,gitmemekte direnmişti.Ali mecburen kapıya çıkmış
-Bir daha gelme seni boşadım!
Deyince kadıncağız ağlayarak
-Kuzumu bir kere göreyim sütümü saça saça beni bırakma,kuzumu emzireyim ben sana ne yaptım?Beni bırakma diye yalvarmıştı.Ali nin bu sözlere cevabı onu kovmak ve omzundan itmek olmuştu.
-‘’Bir daha seni görmeyeceğim.Gelme,gebertirim’’demişti.
Zavallı kadın artık bu işin dönüşünün olmadığını o an anlamış ve bir daha Ali nin kapısına gelmemişti.
Bu olayla Ali nin ilk evliliği bitmişti.Hergün işine giden,akşamları eve döndüğünde kızıyla ilgilenip çokça kitap okuyan bir genç adam olarak hayatını devam ettiriyordu.Tam bir kitap kurdu olan Ali Muhiddin Arabi den İbni Haldun a; Hacı Bektaşi Veli den Mevlana ya kadar kıymetli insanların eserlerini okumuştu.Ziya Paşa,Namık Kemal , Mehmet Akif sevdiği yazarlardandı.İnsanlarla fazla yüz göz olmayı sevmezdi.Kaderin garip bir cilvesidir ki Ali nin 2. eşinin adı da Sabiha ydı.
İkinci Sabiha Ali’nin evine gelin gelmişti.Kaynanası Zeynep de kendilerinde kalıyordu.Eve yeni gelin geldiği için Firdevs bebek ,amcasının hanımına emanet edilmişti.Sabiha mercimekli pilav dışında yemek yapmayı bilmiyordu.Aynı evde kalan kaynanası Zeynep yemekleri hep kendisi pişirirdi.Zeynep gelini Sabiha nın üstüne titriyordu.Her işe kaynanası koşuyordu.Lakin Zeynep’in ayağındaki rahatsızlık iyice artmış,kadın ayağa kalkamaz olmuştu.Onun yatağı alt kattaydı.Sabiha 6 aylık gelinken kaynanası vefat etmişti.Ali annesinin kaybından çok etkilenmişti.Çünkü kendilerine hem ana hem baba olmuş müşfik bir kadındı.Annesine özene bezene bir mezar yaptırmış ve sık sık ziyaret eder olmuştu.Sabiha kocasının bu durumuna hayret etmişti.Ali 1.83 boyunda son derece sağlıklı içki sigara kullanmayan bir adamdı.Atletik yapılıydı ve çok hızlı yürürdü.O yürüdüğü zaman arkasından yetişmek için koşar adım gitmek gerekirdi.Bu güçlü kuvvetli görünen adamın anasının ölümünden sonra ki durgunluğu ,nemli gözleri çocuksulaşan durgun hali Sabiha yı çok şaşırtmıştı.Kaynanası Zeynep in vefatından sonra karşı kapı komşusu Emiş Bacı ile Sabiha nın samimiyetleri bir hayli ilerlemişti.Emiş Bacı 5 çocuk annesi ,35 yaşlarında eşi ile son derece uyumlu bir kadındı. Sabiha ya gelin görmeye geldiğinde ona kanı hemen ısınmıştı.Çok güzel yemek yapan bu kadından zamanla bütün yemekleri öğrenmişti Sabiha.Güzel yemek pişirmesini Emiş Bacı ya borçlu olduğunu söylerdi hep.
Bu sıralarda Sabiha ilk çocuğunu dünyaya getirdi.Bu bir kızdı ve Ali nin buna canı sıkılmıştı.Sabiha da bu duruma üzülmüş ve eşine gücenmişti.Annesi Behice ,kızını ziyaretinde
-‘’Üzülme kızım, önceden bir kızı varsa bize ne?Biz kendi doğurduğumuzu biliriz.O da daha ilk çocuk.Kaygılanma’’ demişti
İlk çocuğun adını Radife koydular.1938 yılının Ağustosunda doğan bu kız Sabiha ya mutluluk getirmemişti.
Selami
1941 Yılında Sabiha nın deyimiyle ‘’Kara erikler çıktığı zaman ikinci çocuğu selami yi dünya ya getirdi.Ali dünyanın en mutlu adamıydı.Bu topaç gibi sağlıklı esmer oğlan çocuk onu mest etmişti.Sabiha nın lohusalığının yirminci gününün çıkmasına güç bela sabretti.Bebek 21 günlük olunca hemen kapıya faytonu çağırdı.Sabiha yı aldığı gibi kuyumcuya götürdü.Ona beş tane beşi bir yerde ile dört çift kalın burma bilezik taktı.İki tanede yüzük seç bakalım.Sabiha kırmızı taşlı yüzüğü çok severdi .Biri kırmızı biri pembe taşlı iki yüzük seçti.İkiside mutluluk içinde eve döndüler.
Annesi behice sık sık evine gelip ona ev işlerinde yardımcı olurdu.Özellikle ekmek yapıldığı ve çamaşır yıkandığı günlerde.Ocaklıkta büyük bakır çamaşır kazanlarında karşılıklı büyük leğenlerde çamaşırlar,en az 5 defa baştan aşağıya çitilenerek elde yıkanırdı.Yıkanan çamaşırlar yazlıktaki gerili iplere serilirdi.Sabah erkenden başlanan bu zahmetli iş akşama kadar sürerdi.
Günler bu şekilde akıp giderken yıl 1942 olmuştu.Sabiha yine hamileydi ama bunu anlamamıştı.zira aylık adet günleri 8 ila 10 gün süredi bu yüzden hiç anlamaması normaldi,hamile iken de adet olmaya devam ediyordu ama o bunu bilmiyordu.Yüz on kilogram olan Sabiha gittikçe zayıflıyo ve güçten düşüyordu Ali karısındaki kilo kaybını görmüş onu doktora götürmek istemişti.Fakat Sabiha gitmemek için direnmişti.Sonunda Ali’nin ağırlığını koyması neticesi soğuk ve karlı bir şubat günü Sabiha kapıya çağrılan faytona annesi ve Alinin yardımıyla bindirilmiş ve hastaneye kaldırılmıştı..Ali karısını Amerikan hastanesine yatırmıştı.Sabiha diğer hamileliklerinde yaşamadığı bir durumu yaşıyordu,hem hamile idi hem de her ay gördüğü miktar ve gün kadar adet oluyordu bu konumda olmak onu çok sarsmış ve 58 kg’ye düşmüştü.Ali elinden geleni yapıyor onu sık sık Amerikan hatanesi’ne giderek ziyaret
Ediyordu.Bu hastanenin doktorlarına çok güveniyor ve karısısın emin ellerde olduğuna inandığı için kendisini müsterih hissediyordu.Sabiha hastenede çok uzun bir süre yattı.Karısını eve getirmek için son gittiğinde doktor Liberman Ali’ye bir İncil hediye etmişti.Ali karısını çok iyi görmüş sevinmişti,zaten Sabihası pek bir kıymetliydi.Eve dönen Sabiha bir erkek çocuk dünyaya getirdi.1943 yılında üçüncü çocuğunu doğurmuştu.1945 yılında bir kız daha dünyaya getiren Sabiha o yıl yaz aylarında ilk çocuğu Selami nin hastalanması ile çok sıkıntılı günler geçirmeye başladı.Selami 4 yaşındaydı aşırı derecede ishal olmuştu.Sabiha ne yaptıysa bunun önüne geçememişti.Annesi Behice mutad ziyaretinde bunu görmüş ‘’çocuğa hiç su verme’’demişti.Aşırı derecede ishal ve sıcak yaz günü su vermeyi de kesince Selami bir deri bir kemik kalmıştı.Çocuğun fenalaşıp şoka girdiği gün Ali’nin dükkanına büyük kız Firdevsle haber saldılar.Koşarak eve gelen Ali çocuğun alnını yüzünü yokladı ateşler içindeydi.Hemen eline geçen bez parçasını ıslatıp alnına sardı ve çocuğa su içirmeye çalıştı.Kaynanası buna karşı çıktı,Ali:’’Ben size çocuğa su içirin dedim,demekki içirmemişsiniz,eğer oğlum ölürse siz de öldünüz’’dedi.Çocuğu kaptığı gibi Amerikan hastanesi’ne götürdü.Ali’nin giderken söylediği’’sizde öldünüz ’’lafı kadınları korkutmuştu. Selami susuzluktan ölümün eşiğine gelmişti.Hastanede 35 gün kaldı.Ali geceleri oğlunun yanında yattı onunla ilgilendi 35 günün sonunda çocuk iyileşmiş Ali’nin de aile fertlerinin de korkuları son bulmuştu.Hastaneden oğlunu alıp eve getirmeden 1 gün önce Selami için bir kuzu almıştı.Selami ’nin kuzuları çok sevdiğini bildiği için babası aldığı kuzunun kulaklarına boynuna boncuklu kurdeleler asmıştı.Hastaneden oğlunu alıp getirdiği zaman kuzuyu gören Selami çok sevinmiş,kuzuya ‘’KARAGÖZ’’adını vermişti.Onu çok seviyordu,onunla geziyor,yemliyor onunla yatıyordu.Aradan aylar geçti….
Kuzuyu kesmeyi düşünen Selami ,bahçede hanımı ile konuşurken Selami üst katta uykudan uyanmış merdiven başında durmuş kendilerine bakıyordu bunun farkında olmayan ALİ;’’Firdevs Selami yi sokağa götürsün,ikindi vakti keserim o görmesin’’şeklindeki sözlerini duymuştu.Selami buna çok üzülmüştü küçük dünyası başına yıkılmıştı,ağlayıp feryat etmeye başladı.O kadar ağlayıp tepindi ki o gün kuzuyu kesmenin imkansızlığını anladılar.Küçük Selami o gece uyumadı.Sabah erkenden aşağıya inip sevgili kuzusunu alarak yukarıya çıkardı.Bu sırada uyanan ablası Firdevs Selami ’yi eşikte görmüştü.Ablasına yalvardı,o da babasına söylemeyeceğini üzülmemesini söyledi.Selami kuzuyu aşağı bahçeden üst kata çıkararak eşik başındaki mahmil dedikleri dolaba sakladı,kapağını yarı açık bıraktı.Sabah namazını camide kılıp gelen Ali,gelmiş kuzuyu arıyordu.Çocuklar bilmiyoruz dediler.Dolabın kapağı dikkatini çekti.’’O kapak niye yılık duruyor kapatın’’derken Selami nin feryatla dolaba atılmasıyla babası kuzunun orada olduğunu anlamıştı.Selami ’nin bütün feryatlarına rağmen KARAGÖZ’ü oradan çıkarmış kesmek üzere bahçeye indirmişlerdi.Babası ne söylerse söylesin çocuk hiçbir şey duymuyor onu ikna edemiyorlardı.Selami ’yi hanzaya kilitlediler ve kuzuyu bahçede kestiler.Bu olay küçük Selami’nin üzerinde çok derin izler bırakacaktı.1947 yılında Selami ’nin çok seveceği erkek kardeşi doğmuştu.Evdeki çocuk sayısı 6 olmuştu.Evin çoğu işini Firdevs yapıyordu.Her gün mahallenin kadınlarının gidip çocuk bezlerini yıkadıkları ‘’pişirici mescidine ’’ne giderdi.Bütün mahallenin kullandığı gür ve hızlı akan suyu ortada büyük bir havuzumsu yapıda birikir oradan akar giderdi. . Bu coşkun su ile kirlileri yıkar,zembile doldurup giderlerdi.Bu zor görev Firdevs’indi.Firdevs canı çok ucuz bir kızdı.Lügatında ‘’yapamam,bilmem,zor’’kelimeleri asla yoktu.Gün doğmadan uyanır,akşama kadar bütün temizlik çamaşır işleri onun elinden geçerdi.Tıpkı anası ilk Sabiha gibi hamarat bir kızdı.Üvey anne Sabiha’ya:’’Bacı’’ diye hitap ederdi.Bacı Sabiha yemek dışında bir işle pek ilgilenmiyordu.Ekmek yapma günü yine Firdevs, bütün gayreti ile çalışırdı.5 çocuk annesi olan Sabiha mutlu değildi.Gittikçe daha geçimsiz olmuş ve huzursuzluğu artmıştı.Ali’nin ağabeyi Ökkeş,ilk hanımından çocuğu olmadığı için hanımının üzerine kuma getirmişti.Köyden getirdiği bu kumadan peş peşe 3 çocuk sahibi olmuştu.Sabiha evlerinin dar geldiğini söyleyerek geniş bir eve çıkmak istiyordu.Ali idare etmek zorunda olduklarını söyleyince kayınbiraderinin masraftan sakınmadığını,iki karısına gül gibi baktığını bu ortaklığın onların lehine çalıştığını söylüyordu.Bu ithamlar kavga sebebi idi.Ali’ye göre ise lüzümsuz konuşmalardı.Sabiha böyle sözler söyleyince mutlaka dayak yiyor,yolunan saçları avuç,avuç bahçede uçuşuyordu.Sabiha,çocuğu olmayan büyük eltisini pek sever saygı duyardı.Ara sıra ona konuşmaya giderdi.Yine bir gün ona gittiğinde Naciye abla:’’Bu kadar sabırlı ve sessiz olmayı nasıl yapabiliyorsun?Hiç mi konuşmak,söylenmek içinden gelmiyor’’dedi.Naciye Hanım şehirli ve belli bir ailenin kızıydı,acı bir gülümsemeyle şu cevabı verdi:’’Sabihacığım,söylenmekle dert yanmakla sadece sırrını saçarsın,hiçbir durumu da düzeltemezsin,ben üzülmüyorum mu sanıyorsun..!Ben alt katta oturur iken,benim kocam üst katta köylü Fatma ile fingirdiyor,sesleri kulağıma kadar geliyor ama neyi düzeltebilirim?İçim çok dolup dayanamaz olunca ocaklıktaki kuyuya eğilip dertlerimi bir bir söylüyorum.Kuyuyla dertleşiyorum,ne derdim varsa eğilip ona söylüyorum eller duymasın kimi duyar sevinir kimi duyar alay eder ama hiç kimse anlayıpta hak vermez,ne yapalım’’dedi.Sabiha duydukları karşısında donmuştu.’’Ben senin gibi yapamam,ben de Ali ye rahat vermem madem benim dediğimi anlamıyor ben de onu anlamam,ben senin gibi sessiz duramam çatlar ölürüm’’diye cevap verdi.Bütün bu olaylar yaşanırken Sabiha’nın erkek kardeşi Abdülkadir Elazığ’da askerdi.
Bir gün sabah uyandığında abdest alması gerektiğini hissetti.O şekilde gezemeyecek kadar titizdi.1947 yılının çok soğuk bir şubat günü boy abdesti almak için nehre girdi.Abdestini aldı ama çok ağır şekilde üşütmüştü.Böbreklerinden rahatsızlanan Abdülkadir Adana ya sevk edildi.Adana’daki hastanede yattığı haberi geldi.O günkü güç koşullar ve inanılmaz yoksulluk yüzünden yanına giden olmadı.Sonunda kardeşi Ahmet birkaç yerden borç alarak Adana ya gitti.Uzun zamandır böbrekleri yüzünden yatan Abdülkadir çok feci durumdaydı.Bir kaç gün yanında kalan Ahmet geri dönmek zorunda kaldı.Kardeşini yapayalnız bırakarak evine döndü.Bir süre sonra A.bdülkadir’in ölüm haberi geldi.Ölüm haberi ile birlikte tesadüfen o hastaneye yolu düşen Antepli tanıdık tarafından palaskası ve künyesi getirildi.Parasızlıktan,gidip de cenazesini getiren olmadı.Bu olay zaten sıkıntılar içindeki Sabiha’yı kelimenin tam anlamıyla yıkmıştı.Hiç bir şey onu teselli etmiyordu.Evi ve çocuklarıyla bağlantısı tamamen kesilmiş ruh gibi gezen ,sürekli ağlayan bir kadın haline gelmişti. Adeta Ali kendi hayatını yaşıyordu. Gündüzleri çalışıyor, akşamları alt katta rahlesini önüne çekip kitap okuyordu. Onun kendi hayatını yaşaması kitaba gömülmekti. Sabiha kocasına karşı daha da hırçınlaşmış, onun kendisini dinlemediğini, kardeşini kayırdığı için böyle yaptığını düşünerek kocasıyla tartışıyordu. Sinirini daha da yenemezse Ali nin önündeki kitabı çekip alırdı. Bazen bir tas suyu alıp karşısına geçer;
—Yeter imam baba şimdi suyu dökerim,derdi .Kocasına ,sürekli kitap okuduğu için imam baba adını takmış o şekilde hakaret ediyordu.
Ali sinirlenince gülerdi, o güldükçe Sabiha hırslanıp suyu kitaba atardı. Ali de kalkıp Sabiha yı döverdi. Sabiha nın annesi bazı ziyaretlerinde kızının hırpalandığını görünce ona çıkışır;
—Sana ne kocanın parasından! Sen mi kazandın? Çocuklarını, seni mahrum etmiyor. İleriyi düşünme adamın getirdiğini ye, çocuklarını koynuna çek, yat tandıra. Senin gördüğün yetmez Ali nin de ayması lazım ama sen aydıramazsın onu kaderine bırak. Yitme sarhoşu yıkıldığı yere kadar…derdi.
Takvimler 1949 yılını gösteriyordu.Bu minval üzerine yaşayıp giderlerken 6. çocuğuna hamileydi.Ali İstanbul dan her türlü kumaş çeşidini giderek seçer alırdı.Evin babasının olmadığı zamanlar en küçük ve bekar olan dayıları Arif,çocuklara türlü hikayeler anlatır,tekerlemeler söyler,onları mutlu ederdi.Arif dayı eniştesi gelene kadar ablasının evinde kalır.Çarşı Pazar gerekli işleri yapardı.Hatice 6. çocuğuna hamileyken Ali kardeşiyle olan ortaklığına son vermişti.Paralarının yavaş yavaş iç edildiğini anlamıştı.Ama geç kalmıştı.Hiç bir zaman kardeşinden böyle bir hainlik beklememişti.Beklemediği için de yüzü tutup ta hesapları kontrol etmemişti.Hesap kitap işleri abisindeydi.Ortaklıktan ayrıldıktan sonra kendisine kalan son parayla külüstür Osman ın kamyonuyla İstanbul dan mal gelecekti.Sipariş verilmişti.Bir gün haber geldi ki malları getiren kamyon Gavur Dağında Kanlı Geçit mevkiinde alev almış yanarak kül olmuştu.Ali bunu duyunca yazlığa uzanan merdivene oturmuş çocuk gibi hıçkırarak ağlamıştı.
—‘’Ben bittim mahvoldum. Artık benim hayatım bitti.’’demişti. O yiğit duruşlu adam küçük bir çocuk gibiydi o an… O an çok acı bir tabloydu yaşanan. Ailenin kaderi o günden itibaren tersine dönmüştü. Yaşadıkları bu acı olayı Sabiha nın karnındaki bebeğin uğursuzluğuna yormuşlar, daha doğmadan onu uğursuz hayırsız diye kabullenmişlerdi. Bu yüzden bebek doğduğunda tersi çıksın diye adını Hayriye koydular. Birkaç çileli yıldan sonra 1953 e gelindiğinde son çocuğu olan Nilüfer i dünyaya getirmişti. Bu sıralarda Selami mahallede arkadaşları ile oyunlar oynuyor, babasından gizli yüzmeye Alleben deresi kıyısındaki ‘’Yedi söğüt ‘’denilen yere gidiyordu. Babası katiyetle yasaklamasına rağmen yine gitmişti. Ali oğlunu araştırmış, arkadaşlarıyla yüzerken yakalamıştı. Elinden tutup eve getirdi. Çok kızmıştı ona. Titiz bir adamdı sözünden çıkılmasından hoşlanmazdı, oğlunu fena halde dövdü. Ve sinirden kendisi bayıldı. Selami babasına su dökerek hafif hafif yanaklarına vurarak hem ağlamış hem de onu ayıltmıştı. Babası kendine gelir gelmez palaskayla yine dövmeye girişmişti.
Selami konuşkan hareketli lider ruhlu bir çocuktu. Arkadaşları onsuz oynamaz, o nu almadan bir yere gitmezlerdi. Selami çabucak büyümek istediği için babasından gizli sık sık tıraş oluyordu. Aslında olmasına da gerek yoktu. Sakalları fışkırmaya hazırdı. Selami ne kadar kendisine güvenli kendini büyük hisseden atak ve gözü pek bir çocuksa kardeşi Eşref o kadar sessiz, kendi halinde, az konuşan bir çocuktu. Sabiha Eşref için ölürdü. Onu çok sever, onun suç işlediğine hiç inanmazdı. Ona göre çocuklar arasındaki kavgalarda sokakda Eşref hiç suç işlemezdi, hata yapmazdı. Nenesi Behice kızına sık sık çıkışır;
—‘’Sen bu çocuğun halinden anlamıyorsun. Bunun kalbi altın gibi. Eşref suçu gizli gizli yaramazlık yapıyor suçu Selami nin üstüne atıyor. Sen de anlamadan dinlemeden ya oğlanı dövüyorsun, ya da babasına dövdürüyorsun bunu yapma yazık’’.derdi
Nenesini çok seven Selami küçüklüğünden beri onunla gezmekten çok hoşlanırdı. Nene torun bazen eski hapishanenin oraya gider nenesi ona hikâyeler anlatırdı. Bazen hasta ziyaretine giderlerdi. Mezarlık ziyaretine de hikâyeler dinleyerek nenesinin elinden tutarak akıllı uslu gider ve dönüşte de bu mutluluğu ona birkaç gün yeterdi.
Çocuklar epey büyümüşlerdi. Firdevs in bir iki isteyeni çıkmış, babasının içine sinmemişti. En son isteyen gencin ailesi temizdi fakat çok yoksuldu. Sabiha kocasının ince eleyip sıkı dokumasına kızıyor ve bunu manasız buluyordu. Ali ise
—Gün görecekse 2 gün eksik görür. Çile çekecekse de 2 gün eksik çile çeker bu işlerin geri dönüşü olmaz, her adamada kız emanet edilmez derdi. Nihayet babasının soruşturması bitmişti. Kızını karşısına alan Ali, Firdevs e;
—‘’Bak kızım iyi düşün, taşın nikâh masasına kadar bunun yolu var. Farz edelim ki masada vazgeçtin, istemedin. Babam kızar diye düşünme. Orda bana söyle. Elele tutuşur evimize geliriz. Hiç korkma, üzülme…’’ dedi.
Baba kız sarıldılar. Kısa bir nişanlılık döneminden sonra Firdevs baba evine iki sokak öteye gelin gitmişti. Ali bütün çocuklarını çok severdi. Ama Firdevs e başka bir bağlılığı vardı. Ona hem çok acır hem de çok severdi. Firdevs in evlendiği adam kilimciydi. Kayınvalidesi ve kayın pederi ile birlikte oturuyordu. İnanılmaz cimri insanlardı. Mösyö Harpagon a rahmet okutacak düzeydelerdi.Baba evinde sofrada bulduğunun onda birini zor buluyordu.Üstelik kilimci masurası sarmak zorundaydı.Her gün temizlik, masura sarmak onun göreviydi.Güya gelin olmuştu.Bu gelin olmak değil çileye düşmekti.Firdevs ablası gelin gittikten sonra ezeli rakibinden kurtulmuş olan Radife derin bir nefes almıştı,son derece kıskanç geçimsiz ve insanları ustalıkla birbirine düşürme gibi huyları vardı.Firdevs’in bütün sıcaklığı ve sevecenliğine karşın Radife soğuk mesafeli ve her türlü davranıştan negatif bir taraf çıkaran kişilikteydi.Olumsuz bir şey bulamasa dahi zorlama yorumlarla kendi borusunu öttürme alışkanlığındaydı.Annesi dul oluşu yüzünden eşini kendisini hiç layık görmemiş Ali’yi gıyabında hep aşağılamıştı.Hele üvey kızının varlığı kocasının dul oluşunu iki kat ağır suç haline getirmişti.Radife annesinin bu duygularını istismar etmeyi çok iyi becermişti.Bütün çocuklukları süresince Firdevs’e attığı iftiralar onunla yaşadığı her geçimsizlik sonucu babasına dövdürülen Firdevs olmuş,kolay kolay erkeklerin bile dayanamayacağı şiddette tekme tokat dayak yiyen Firdevs’in gelin gittikten sonra yedi yıl çocuğu olmamıştı,Firdevs’in bel kısmında bir zedelenme olduğu söylenmişti.
Firdevs gelin gittiği gece uykuda altına işediğini fark etmiş korkuyla eşinin yanından fırlamıştı.Bir an panikleyen Firdevs eğilip kocasını yoklamış onun uykusunun ağır olduğunu anlayınca hemen duvardaki gelinlik ikinci yatağı alıp kocasının yanına yere sermişti.Kocasını yavaşça temiz yatağa yuvarlayan Firdevs,çişli yatağı kıvırıp kaldırmıştı.Çocukluğundan beri altına işeyen Firdevs o günden sonra bir daha böyle bir durumla karşılaşmayacaktı.
Radife,annesinin gözdesi el bebek gül bebeği idi,o anasının kızıydı.Firdevs ise Sabiha’ya göre Ali’nin kızıydı.Üvey çocuk oluşu bir türlü affedilmemişti.Ali,çok geç de olsa Radife’nin çevirdiği dolapları anlamıştı ama olan Firdevs’e olmuş dayak, evin temizlikçiliği çocukların bakımı adeta bir işkence halinde olan bekarlığı bitmiş baba evinden uçmuştu.Bütün bu tarafgirlik ve hak yenilme durumlarına rağmen Firdevs kardeşlerini çok severdi.Birisi ‘’abla’’diye seslenip yardım istese kuş olur uçar gelirdi.Ama Selami ve Hayriye bir parça da Mustafa dışında ona şefkat gösteren yakın duran kardeşi yoktu.Ötekiler soğuk,mesafeli alakasız davranıyorlardı.1957 yılında Radife’yi bir bakırcı aile istedi.Radife 1,63 boylarında,çok zayıf on sekiz yaşında olmasına rağmen göğüsleri minik bir mandalin kadardı.İri patlak açık kahve gözleri vardı,oval yüzlü iri dudaklıydı.Kayınvalidesi birkaç ay içinde iş olsun bitsin istiyordu.Bir gün kayınvalidesi Sabiha’ya :’’Sabiha,senin kız çok zayıf,bizim oğlan da kalçası geniş,baldırı tombul sever şimdi bunlar biribirini görecekler ya kızın kalçasına elbisesinin altından bir meşefe sarsın(çift kişilik kalın havlu)mantosunu öyle giyinsin,bizim oğlan da kalçasını tombul sansın’’ dedi..Bu sözleri duyduğunda Radife’nin çok gücüne gitmişti ama denileni yapmadı.Gelin gittikten sonraki yıllarda bile bu konuyu kayınvalidesinin başına kalktı ve hep kullandı.1957 yılının yaz aylarında Radife kaynanasının evine gelin gitti.Bu arada Selami liseye başlamıştı.Nil kahvesi’nde arkadaşlarıyla buluşuyor,şiirler yazıyor sohbet ediyorlardı.Nil kahvesi bir dönem gençlerin toplandıkları,bir arada tartıştıkları fikir kulubü görevi görüyordu.Bu sırada bazı arkadaşları münevver bir insan değerli bir filozof olduğunu söyledikleri Dr..Emin Kılıçkale ’den bahsetmişlerdi.Önceden Dr.Kılıçkale ile tanışmış ve sohbetlerine katışmış olan arkadaşları ile sözleştiler.Ve sohbetlerinin olduğu gün gittiler.Dr..Kılıçkale entelektüel,bilgisi birikimi derinliği olan çok iyi yetişmiş,gençlerin psikolojisinden çok iyi anlayan,onların her birine en etkileyici şekilde hitab eden bir adamdı.DR.Kılıçkale ’nin sofrası okul gibiydi.Nevi şahsına münhasır bir eğitim yeriydi adeta.Bu toplantılarda arkadaş çevresi genişlemişti.Zaten çevresinde sevilen aranılan bir gençti.Bu toplantılarda onların ruhlarını şekillendiren kendilerini yetişkin bir birey olarak görmelerini sağlayan,hayata bakışlarını önemli ölçüde değiştiren işlev görmeye başladı.
Lise yılları bu şekilde geçerken bir grup arkadaşla çay bahçesine gitmişlerdi.Kızlı erkekli bu grupla çay içerlerken Asiye adındaki arkadaşı yanlarında tanımadıkları bir kızla çıkageldi.1,60 boylarında sempatik, esmer, naif yapılı,hemen dikkati çekecek kadar sevimli bu kız utangaçlığıyla Selami’nin dikkatini çekmişti.Selami dikkatle bu kızı süzüyodu.Asiye sizi tanıştırayım dedi:Kızın adı Nermin’di.Lise son sınıfta okuyordu.Selami ve Nermin birbirlerini çok beğenmişlerdi.Sonraki günlerde Selami ,Nermin’e haber gönderir.Arkadaş grubuyla kısa bir dönem arkadaşlık ettiler.Grup içinde çeşitli sorular sorup birbirlerini tanımaya çalışıyorlardı.Selami ciddi olduğunu ve onu ailesinden isteyeceğini söylemişti.Selami mutluydu,Kılıçkale nin sohbetlerine daha bir sevinçle gidiyor keman derslerine daha hisli ve gayretle devam ediyordu. .Annesini de bu arada kız evine göndermişti .Fakat hiç hoş karşılanmamıştıSabiha .red cevabını alarak dönmüştü.Selami kızı kaybetmekten çok korkuyordu,Nermin’de aynı korku içindeydi.Sırf maddi durumu iyi diye babası gibi anlayışsız bir esnafla evlendirilmekten korkuyordu.Bu sırada Selami liseyi bitirmiş yerel bir gazetede muhabir olarak çalışmaya başlamıştı.Annesinin getirdiği cevaba çok üzülmüştü.Bir de kendisi kızın ailesi ile konuşmak istemiştiSabiha oğlunu ne kadar durdurmak istediyse de başarılı olamadı.Selami ,.kızın babası ile konuşmaya gittiğinde adam kendisine ilk soru olarak aylık gelirini sormuştu.Selami adama dürüst cevaplar vermişti.Adam cevap olarak:’’Sana tek cümle söyleyeceğim,çevrende çok sevilebilirsin ,iyi bilinebilirsin ama bence sen benim paramın peşindesin’’demişti.Başından kaynar sular dökülen Selami bu laf üzerine oradan koşarcasına çıkmış,günlerce kendine gelememişti.Hayır cevabını anlayışla karşılayabilirdi ama paranın peşinde olmakla suçlanmak onu yıkmıştı.Anasına:’’Lal-igevher olsa o tarafa dönüp bakmam asla demişti’’Selami nin en küçük kız kardeşi Nilüfer hariç,diğer kızlar gelin gitmişti.Nermin’in babasının tavrı Selami’nin psikolojisine derin tesir etmişti,zihnini toparlıyamıyordu,üniversiteye hazırlanmak yerine evlenip buralardan gitmek gibi bir fikre takılmıştı.Yakın arkadaşlarının nişanlandıkları ve sen de bize katıl dedikleri günlerdi.Nermin defalarca çok yakın arkadaşı olan asiye ile kendisini kaçırması için haber yollamıştı.Selami nin canı çok fena halde yanıyordu fakat hayatta en sinir olduğu şeylerden biri kaçarak evlenmekti bunu şerefsizlik addediyordu.Zaten memleketinde de rastlanılmayan bir olaydı.Öte yandan parasızlık had safhadaydı.Ortaokuldan beri çalışmış,okul masraflarını kendi karşılamıştı.Tek gömlekle liseyi bitirmişti. .Bu parasızlıkla üniversite hayaldi.Zihnini toplayamıyordu.Toplasa bile bu mümkün değildi ona göre.Kardeşi Eşref ortaokul ve lise boyunca diğer kardeşi Melih ile kilimcide kilim dokumuş yerel futbol takımında futbol oynamış,okul masraflarını kendilerini çıkarmışlardı.Her üçü de çok zeki idi fakat Selami ’nin azmi kırılmıştı.Bu duruma en çok babası Ali üzülüyordu,oğlunun lisede iken Fizik Selami olan adından gurur duyan babası onun çok iyi bir okul kazanacağından emindi.Çevresindekilere fizik ve matematik dersleri çalıştırırken şu anki durumda olması babasını çok üzüyordu.Ah bi sebat edebilseydi o üzerine çöreklenen azimsizliği kırabilseydi diye hayıflanıyordu.O günlerde Selami mahalleden çocukluk arkadaşı Rıfat ile evlerinin önünde karşılaştı.Ayak üstü biraz sohbet ettiler.Rıfat uyanık bir tipti.Selami nin durumunu anlamıştı.Ona ‘’Bak ben Hanımımın ailesinden çok memnunum,bizim baldızı da sana yapalım,bir görüşün bizdelerdi bugün’’ dedi.Selami ile karşılıklı sigara içip konuşurlar iken Rıfat ’ın evinden biri genç diğeri orta yaşlı modern giyimli iki kadın çıktılar.Genç olan çok şık kareli bir tayyör giyinmişti.Saçları kuaförden çıkmıştı belliydi..Selami ve Rıfat evin aşağı tarafında denk durduklarından kadınların yüzünü değil arkadan net olarak görüyorlardı.Belgin Doruk gibi giyinmiş olan genç kadın beyaz ince yüksek topuklu ayakkabısı ve beyaz çantası ile çok güzel görünüyordu.Beli çok ince bacakları muntazamdı.Vücudu böyle olduğuna göre yüzü de güzeldir diye düşündü.Evine gelir gelmez annesine hemen görücü gitmesi için ısrar etti.Annesi Sabiha şartları uygun görmüyordu’’hele biraz daha çalış askere git çok gençsin,acele ediyorsun’’dediyse de oğluna dinletemedi.Aslında Sabiha sadece maddi koşulları ve oğlunun askerliğini değil başka şeyleri de göz önünde tutuyordu.Bir kere Rıfat’ın annesinden hiç hoşlanmazdı.Onların tavsiyesinde mutlaka bir bit yeniği vardır diye düşünüyordu.Oğlunun ısrarı karşısında Sabiha bilgiç kızı Emine ile kız evine görücü gitti.Fakat kızın hem tavırlarını hem de kendisini beğenmemişti.Oğluna hiç uygun olmadığını düşünüyordu.Aslında kız evi İstanbul’da ikamet ediyorlardı.On yıl kadar önce oraya yerleşmişlerdi.Fakat burada da baba evleri mevcuttu.Sabiha oğluna’’vazgeç’’dediyse de dinletemedi sade bir şekilde nişanları takıldı.Selami kendisini aşağılanmış hissediyordu ,gururu kırılmıştı böylesine acele evlenmek istemesinin tek sebebi Nermin in babasının söylediği sözlerdi.
|
|
|
|
|
|
|
|
© Copyright Colours Of Life Tüm Hakları saklıdır
|
|
|
|
|
|
|
|